Romanların mezhebi konusunda özel bir kanıya sahip değilim; ancak, öyküler ve romanların mezhepleri konusunda genel olarak konuşursak, özellikle romanların kendi mezhebi olduğunu söyleyebiliriz. Romanlar, mezhep gözetmeksizin insanların hayatlarını, düşüncelerini, inançlarını, tutumlarını ve daha fazlasını anlatırlar. Romanların kendi mezhebi, kahramanlarının zihinsel ve duygusal mezhepleriyle özdeşleşmektedir.
Örneğin, J.D. Salinger’ın “The Catcher in the Rye” adlı romanında, kahramanı Holden Caulfield’ın mezhebi, sadece o ve arkadaşları arasında kabul edilen değerleri koruma ve kutlama olarak tanımlanabilir. Holden Caulfield, çocukluk çağının kendine has değerleri gözeten kişilere çok sempati duyar. Holden, çocukların kendine has değerlerini korumak için çabalar ve onlarla bireysel olarak bağlantı kurmaya çalışır. Holden’in mezhebi, tüm çocukların değerlerini korumak ve onlara saygı göstermektir.
Diğer bir örnek olarak, Chimamanda Ngozi Adichie’nin “Half a Yellow Sun” adlı romanında, mezhep, üç farklı karakter tarafından açıklanmaktadır. Birincisi, kahramanı Ugwu’nun mezhebi, eşitlik, adalet ve kendini ifade etme hakkına saygı göstermektir. İkincisi, kahramanı Olanna’nın mezhebi, özgür düşünce ve bilimsel araştırmalarda kendini geliştirmektir. Üçüncüsü, kahramanı Richard’ın mezhebi, farklı kültürlerin karşılıklı saygıyı temel alan bir diyaloga sahip olmasıdır. Bu üç mezhep, romanın kahramanlarının hayatlarını etkilemektedir.
Bu iki örnek, romanların kendi mezheplerinin olduğunu göstermektedir. Romanlar, mezhep gözetmeksizin, insanların yaşamlarını, düşüncelerini, inançlarını ve tutumlarını anlatmak için kullanılır. Romanların mezhebi, kahramanlarının zihinsel ve duygusal mezhepleriyle özdeşleşmektedir. Bu mezhepler, kişilerin hayatlarını etkileyen farklı değerleri ve kültürleri kapsamaktadır.