Serdar Yıldırım Hikayeleri

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
PAPAĞAN İLE ZÜRAFA
Afrika’nın uçsuz bucaksız savanlarında yaşayan bir papağan vardı. Bu papağanın adı Sarp’tı. Sarp hangi ağacın altındaki gölgelikte serinleyen hayvan grubu varsa oraya gider, konuşmaları dinlerdi. Kim ne demiş, kim ne söylemiş, kimin ne derdi varmış, hepsini bilirdi. Sarp öğrendiklerini sağda solda anlatmaz, olayların hesaplaşmasını kendi iç dünyasında yapardı. Duydukları çok önemliyse, bunları arkadaşı zürafa Bili ile paylaşırdı. Zürafa Bili, Sarp’ın anlattıklarını önemsemez, güler geçerdi.

Günlerden bir gün, Sarp bir ağacın dalları arasında uyukluyordu. Öğleye doğru bir aslan grubu Sarp’ın durduğu ağacın altında dinlenmeye çekildi. Aslanların konuşmalarını duyan Sarp gözlerini açtı. Bu aslan milleti oldum olası iki konu hakkında konuşurdu. Birincisi, en büyük düşmanları sırtlanlar ve ikincisi, bu gece ne avlasak? Civardaki sırtlanlar, geceli, gündüzlü avlanarak aslanların tekerine çomak sokmuştu. Yalnız gezen sırtlanı yakalayıp öldürmeli ve sayılarını kontrol altında tutmalıydı. Sırtlanları tümden yok edebilseler buralar geyik, zebra ve antilop dolardı. Dün gece av peşinde koşmuşlar, iki zebra ve bir antilobu ellerinden kaçırmışlardı. Belli ki, zebralar, antiloplar hızlarını arttırmışlardı. Belki de, biz yavaşladık, diyenler vardı. Bir diğer aslan: Yavaşladığımız doğrudur. Hatırlarsanız dün gece de av yakalayamadık yani iki gündür açız. Aç aslan hızlı koşamayacağına göre, avlanamaması normaldir.

Bunun üzerine grubun lideri erkek aslan: “ Şu ilerideki ağacın yapraklarını yiyen uzun boyunlu zürafayı avlayalım. Akşamüstü peşine düşeriz. Öyle bir tuzak kuralım ki, o zürafanın boyunu devirelim. Dur bakalım, zürafa Bili değil mi o? Akşama yedim seni, Bili.”
Sarp duyduklarına inanamadı. Aslanlar, arkadaşı Bili’yi yakalayıp yiyeceklerdi. Hemen gidip Bili’yi uyarmalı ve onun buralardan çok uzaklara gitmesini sağlamalıydı.
Bili, papağanın anlattıklarını her zamanki gibi önemsemedi, güldü, geçti. Yıllardır ona dokunmayan aslanlar neden şimdi fikir değiştirsin? Hem onun aslanlardan korkusu yoktu. Gücüne güveniyordu. Aslanları pişman ederdi. Papağanın, bu sefer durum başka, aslanlar iki gündür açmış. Sadece sana odaklanmışlar. Tuzak hazırlıyorlar, demesine aldırmadı.

Bili akşamüstü ormanın kenarına geldi. Birden aslanların etrafını sardığını görünce içi acıdı. Keşke Sarp’ı dinleseydim ve buralardan gitseydim, diye düşündü. Aslanlara yem olmak istemeyen Bili, onlara saldırdı. Uzun bacaklarıyla tekmeler savurdu. Bu tekmelerin tadına bakan iki aslanı yere serdi. Ormanın kenarındaki dar alandan kurtulup açık alana çıktı ve koşmaya başladı. Peşinde yirmiden çok aslan vardı. Tuzak, saat gibi işliyordu. Bili koştukça, kaçtıkça yoruldu. Birer aslan ayaklarına sarıldı. Bunun üzerine Bili’nin hareketleri yavaşladı, dizlerinin üstüne çöktü ve yere yuvarlandı. Grubun lideri erkek aslan, mengene gibi dişleriyle, Bili’nin boğazını sıkmaya başladı. Olanları başından beri takip eden papağan yakındaki bir ağaca kondu: “ Dur, Uzunyele. Ben papağan Sarp. Hatırlarsan küçükken seni birkaç kere ölümden kurtarmıştım. Bana can borcun var. O zürafa Bili, benim arkadaşım. Onu bırakmanı istiyorum.”
Uzunyele, papağanın dediğini yaptı. Bili’yi bıraktı. Papağanın dedikleri doğruydu. Yavruyken papağanın çok faydasını görmüştü. Yaşamını papağana borçluydu. Bili ayağa kalktı ve oradan uzaklaştı. Aslanlar, bir daha Bili’ye dokunmadılar. Papağan ve Bili’nin arkadaşlıkları devam etti. Bili artık papağanın anlattıklarını dikkatle dinliyordu, gülüp geçmiyordu.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

Türkiye Çocuk Dergisi Şubat 2016
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
OĞLAK İLE KARTAL
Bursa Hayvanat Bahçesi’nde kartallar için ayrılan yer çok büyüktü. Buradaki kartallar, tel örgülerle çevrili, yüksek yerde uçup duruyordu. Yorulanlar ise, kayaların üstünde oturuyordu. Pek çoğu yarını bekliyordu. Genç kartal Pena, yarın bekleme bahsini çoktan geçmiş, bugünü değerlendirme çabası içine girmişti. Tellerin yukarıdaki kayalara monte edildiği yerde kaçıp gidebileceği bir gedik açmıştı. Buradan kurtulup zengin olma düşüncesindeydi. Akıllıydı, zekiydi ama ikna kabiliyeti azdı. Diğer kartallardan birkaç kez borç istemiş ama kimse borç vermeye yanaşmamıştı. Ormana gitse, kim ona sermaye verir de firma kurabilirdi?

Kartalların bulunduğu yerin yan tarafında keçi ve koyunlar için ayrılan yer vardı. Baharın gelmesiyle birlikte keçiler, koyunlar yavrulamış ve pek çok yavru dünyaya gelmişti. Pena keçi yavrularına oğlak, koyun yavrularına kuzu dendiğini biliyordu. Yavrular bir aylık olmuşlardı ki, son günlerde Pena’nın dikkatini bir oğlak çekmişti. Odi adındaki bu oğlak başına diğer oğlakları ve kuzuları topluyor, anlattıkça anlatıyordu. Günler geçtikçe keçiler ve koyunlar da oğlağın anlattıklarını dinlemeye başlamıştı. Pena bir gün çimenlerin üstüne indi ve yan taraftaki oğlağın anlattıklarına dikkat kesildi. Oğlak buradan kurtulup ormana gidince yapacaklarını anlatıyordu. Ormandaki bankalara başvuruyor, müthiş ikna kabiliyetini kullanıp kredi alıyor, kiralık bir yer bulup bankasını kuruyor. Orman hayvanlarından düşük faizle para toplayıp, yüksek faizle para veriyor. Havuzlu villalar, Ferrari arabalar, denizde yatlar, kotralar. Bol sıfırlı paraları, bankadan aktarıp şirketler kuruyor, holding patronu oluyor.

Genç kartal Pena, birkaç gün sonra oğlak ile anlaştı ve kendi bölümündeki gedikten çıkarak, oğlağı kucakladığı gibi, ormana doğru uçtu. Odi, Pena ile birlikte ormandaki bir bankanın genel merkezine giderek projesini anlattı ve on iki sıfırlı krediyi cebine koydu. Kiralık, büyük bir yer bulup, OĞLAKBANK’ı kurdu. Odi düşüncesini aynen uygulayarak kısa zamanda bankasını o ormanın sayılı bankaları arasına sokmayı başardı. Düşük faizle para topluyor, yüksek faizle para verince kar muhakkak oluyor. Birkaç ay sonra şirketler kurdu, holding patronu oldu. Ormanda zor duruma düşen ve iflasın eşiğine gelen bir bankayı ele geçiren Odi, Ferrari’den inip Limuzin’e bindi.

Odi kendine sırtlanları danışman tuttu ve bu danışmanların isteği doğrultusunda çalışmaya başladı. Danışmanların ilk isteği, kartal Pena’yı yanından uzaklaştırmasıydı. Pena’nın, bensiz bir hiç olursun, sıfırlanırsın, bu sırtlanların yalanlarına kanma, diyerek çırpınması ve tüylerini yolması fayda etmedi. Odi, danışmanların isteğine uydu ve kartal Pena’nın görevine son verdi.

Aradan günler, haftalar geçtikçe, Odi’nin işleri bozuldu. Yanında kartal Pena olmayınca, şirket müdürleri, Odi’yi dinlemez oldu. Zor durumda kalan Odi fabrikalarını, yatlarını, kotralarını ve limuzini sattı. İşçi ve memurların maaşlarını ödedi. Son çare olarak ilk kredi çektiği bankanın genel merkezine gitti. Bankanın genel müdürü kredi veremeyeceğini Odi’ye söyledi.
Bunun üzerine Odi: “ Efendim, daha önce bana kredi vermiştiniz ve borcumu ödemiştim. “ dedi.
Banka genel müdürü: “ Onun orası öyle de o zaman arkanda sert bakışlı ve o bakışlarıyla beni korkutan kartal Pena vardı. Şimdi Pena yok. Herkes Pena korkusundan senin kurduğun Oğlakbank’a koştu. Para yatırdılar, yüksek faizle kredi aldılar. Pena’sız Odi bir işe yaramaz. Lafla benden kredi alamazdın, banka kuramazdın. Pena’yı kovmakla hata yaptın, bu hatanın sonucuna katlanmalısın. “
“ Oğlakbank darphane gibi para basıyordu ama elimden gitti. Banka işi bitti. Bu ormana ilk geldiğimde beş parasızdım ama umutluydum. Şimdi on parasızım ama umutsuzum. Sizce bundan sonra ne yapmam gerekir? “
“ Beni dinle ve geldiğin yere dön. Zira bu orman halkı düşene acımaz. Hele senin gibi, sıfırdan zirveye çıkıp düşene. Zirvede kalsaydın alkışlarlardı ama düştüğün için, seni linç ederler. “
“ İş bu kadar ciddi desene. Sonunda genç yaşta bu hayata veda etmek de var. “
“ Hayat bu. Genç, yaşlı dinlemiyor. Ancak kafası çalışanlar zulümden kaçıyor. “

Odi, banka müdürünün istediğini yaptı. Bursa Hayvanat Bahçesi’ne geri döndü. Başından geçenleri keçilere, oğlaklara, koyunlara, kuzulara anlattı. Yan taraftaki tel örgülerin ardındaki kartal Pena’yı işaret etti. Onun üstün bir kartal olduğunu ve kafasını çalıştırarak, fikir üreterek, kendi çizgisi doğrultusunda hayatı sorguladığını ve hayatın üstesinden geldiğini, bunun sonucunda harikalar yarattığını anlattı. Pena içinizden birini ormana götürmek isterse, onunla gidin ve ondan hiç ayrılmayın. Benim yaptığım hatayı siz yapmayın. “ dedi.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
SERDAR YILDIRIM FABL HİKAYELERİ
ŞANSSIZ KÖYLÜNÜN ŞANSI
Köylünün birinin hiç şansı yokmuş. Doğuştan şanssızmış. İşleri ters gidermiş. Günlerce uğraşmış, tarlasını kazmış, tohum atmış. Sonbahar yağmurları başlamış ama çevredeki tarlalara yağmur yağmasına karşın, şanssız köylünün tarlasına bir damla yağmur düşmemiş. Köylü çaresiz dereden taşıma suyla tarlasını sulamış.
Mart ayında hava ısınmış, güneş çıkmış, tarlalarda ekinler boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya, ağaçlar çiçek açmaya başlamış. Bu yalancı bahar uzun sürmemiş, aniden yağan dolu tarlaları alt üst etmiş. Tahmin ettiğiniz gibi, şanssız köylünün tarlasına dolu yağmamış, o da bol ürünü, şu yokluk zamanında iyi bir fiyata satarak zengin olmuş.
Şansım yok diye dövünme, şanslıyım diye sevinme. Devran döner ve öyle bir gün gelir ki, şansım yok diyen sevinir, şanslı dövünür.

-----------------------------------------------------------

DOMUZUN AŞKI
Genç bir erkek domuz, genç bir dişi domuza âşık olmuş. Ona aşkını anlatmış ve aşkına karşılık bulmuş. Bir gün genç domuz, bir kutu çamur hediye götürerek dişi domuzu babasından istemeye gitmiş. Dişi domuzun babası bir kutu çamuru az bulmuş ve içinde çamur banyosu yapabileceği kadar geniş bir çamur havuzu istemiş.
Genç domuz, babanın bu isteğini karşılayıp, dişi domuzla evlenmiş. Dört ay sonra on tane yavrusu olan genç evliler, dededen izin alarak, yavrularıyla birlikte çamur havuzunda yuvarlanmışlar. Bu çamur, onların derilerindeki parazitlerden kurtulmalarını sağlarmış. Böylece sağlıklı ve zinde olmuşlar.
Sanma ki anneler ve babalar gençlerin kötülüklerini isterler. Onlar, şunu bunu istedi diye kızılmaz. Böylece bazı şeylerin geri dönüşümü kolaylaşır.

-----------------------------------------------------------

KURDUN TİLKİYE OYUNU HAZIRLADI SONUNU
Kurdun biri tilkinin mağarasını elinden almak için, yalancıktan kavga çıkarmış. Bunun üzerine tilki kurdu dövünce, kurt ağlayarak aslanın huzuruna çıkıp olanları anlatmış ve tilkinin kendisini döverek, mağarasını sahiplendiğini söylemiş. Kurda inanan aslan mağarayı tilkiden alarak kurda vermiş ve tilkiyi ormandan kovmuş.
Tilki bunun altında kalır mı, ona boşuna kurnaz dememişler. Ormanı terk edip giderken, kurdun aslanın tahtında gözü olduğunu etrafa yaymış. Bunu duyan aslan kurdu yakalayıp öldürmüş, mağarayı tilkiye geri vermiş ve tilkiyi yardımcısı yapmış.
Birine tuzak kurmak istiyorsan vazgeç, alelacele kazdığın derin olmayan çukura o basar, çıkar ama sen onun kazdığı derin çukura bastığında bir daha çıkamazsın.

-----------------------------------------------------------

ODUNCUNUN İKİ KIZI
Oduncunun iki kızı varmış. Kızlardan biri zengin ama gönlü fakirle, diğeri fakir ama gönlü zenginle evlenmek istermiş. Sonunda bu kızlar muratlarına ermişler ve istedikleri gibi birer koca bulmuşlar.
Zengin olan katı yürekli ve cimri, fakir olan yufka yürekli ve eli açıkmış. Zenginle evlenen kızın kocası paraya acımış, karısına yıllarca elbise almamış, cebine beş kuruş koymamış. Fakirle evlenen kızın kocası paraya acımamış, her sene bir elbise almış, cebine kuruşları koymuş.
Zenginle evlendim diye sevinme, fakirle evlendim diye yerinme. Bu iş kısmet işi, zengin olsun, fakir olsun, evleneceğin olmalı er kişi.

-----------------------------------------------------------

KEDİLER VE FARELER
İki katlı villanın iyi kalpli ama uykucu bir kedisi varmış. Villanın sahibi olan adam ve karısı sabah erkenden bürolarına gidince bütün gün yan gelip yatarmış.
Bir gün buraya anne fare ile dört yavrusu gelmiş. Salonun köşesine yuvalarını hazırlayıp, mutfaktan yiyecek aşırmaya başlamışlar.
Günler geçip gittikçe fareler burasını çok sevmişler ama kediye bir türlü ısınamamışlar. Kendilerine nazik davranan, yiyeceklerin yerini gösteren kediyi sonunda kovmuşlar. Villa sahibi, bakmış kedi gitmiş, yerine Canavar adında bir kedi satın almış. Canavar, bırak farelerin mutfağa gitmesine, burunlarını yuvadan çıkarmasına izin vermemiş.
Yavrularıyla birlikte aç kalan anne fare bir fırsatını bulup villadan kaçmış ve iyi kalpli ama uykucu kediyi ormandaki bir kulübede bulmuş. Ona durumu anlatmış, af dilemiş ama kedi kesinlikle geri dönmemiş. Daha sonra yavrularını yanına alan anne fare, gözyaşları içinde, villadan ayrılmış. İyi kalpli ama uykucu kediyi ne kadar sevdiğini hep yavrularına anlatmış.

-----------------------------------------------------------

BAL ARISI VIZ VIZ
Bal arısı vız vız uçarken, bir evin duvarına çarpıp, yere düşmüş. Bir süre baygın kaldıktan sonra kendine gelmiş. Sağ tarafında büyük bir acı hissetmiş. Kanadı yerinde yokmuş. Anlamış ki kopmuş. Kanadını arayıp bulmuş ama yerine takamamış. Bu duruma çok üzülmüş. Kopan sağ kanadını sol kanadının altına kıstırmış. Ormana doğru yürümüş. Onu bu halde gören birkaç arı yanına gelmiş. Vız vız, kanadım, demiş; arılar, kanatçı baba, demişler. Kanatçı baba, karşı dağda yaşar. Dağa git, onu bul, kanadını yerine takar.
Vız vız dağa çıkmış, kanatçı babayı bulmuş. Bal arısı kanatçı baba, vız vızın kanadını yerine takmış. Vız vız çok sevinmiş, kanatçı babayı öpmüş. Sevincinden yerinde duramamış, havalara uçmuş.

-----------------------------------------------------------

KRAL VE İKİ EJDERHA
Vaktiyle çok yüksek surları olan ve bir kral tarafından yönetilen bir şehir devleti varmış. Halk huzur içinde yaşıyormuş. Günlerden bir gün ormandan gelen iki ejderha şehrin giriş kapısının sağ ve sol yanına oturmuşlar. Kendilerine her gün birer insanın kurban olarak verilmesini yoksa şehri yıkacaklarını söylemişler. Kral, baş vezirin itirazına karşın, ejderhaların isteğini kabul etmiş ve her gün iki insanı ejderhalara vermiş. Sonradan ejderhalar isteklerini giderek arttırarak beşer insana kadar çıkarmışlar. Şehir halkı giderek azalmaya başlamış.
Gece baskınıyla ejderhaları yok edelim, diyerek ilk günden beri kralın başını ağrıtan baş vezir şehirden kaçarak kurtulmuş. Şehirde son kalan insan olan kral ise, ejderhalara yem olmuş.
Sen kral bile olsan önerilere kulak as. Önerilere kulak asmazsan, öneriyi yapan kaçar gider, sen ise, kaçamaz yakalanırsın.
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
SİMİTÇİ MAYMUN VE YABAN DOMUZU AİLESİ
Bir maymun varmış. Ormanda simit satarmış. İyi kalpliymiş ama fakirmiş. Bir gün bu maymuna kaldırımda yürürken, yolda aşırı hızla giden ve virajı alamayan genç yaban domuzunun kullandığı motosiklet çarpmış.
Çarpmanın şiddetiyle maymunun kafası bir binanın duvarına çarpmış. Çok kan kaybeden maymunu hastaneye kaldırmışlar ve ameliyata almışlar. İki ay komada kalan maymun nihayet kendine gelmiş. Bir ay kadar daha hastanede yatan ve hastane koridorlarında gezmeye başlayan maymun mahkemeye çağrılıp sanık sandalyesine oturtulunca ne yapacağını bilememiş. Motorda hasar bıraktı diye, genç yaban domuzu ve ailesi tarafından mahkemeye verilmiş.
Mahkemede, yaban domuzu ailesinin avukatı, maymunu suçlamış. Maymun, yarası iyileşmediği ve beyninde hasar olması sebebiyle konuşma zorluğu çektiği için, kendini savunamamış.
Hâkim, maymunu suçlu bulmuş. Bunun üzerine maymun, yaban domuzu ailesine, avukata ve hâkime yalvarmış, ağlamış, gözyaşı dökmüş. Sonunda maymunun haline acıyan yaban domuzu ailesi, şikâyetini geri almış ve hâkim de, maymunu serbest bırakmış.

-----------------------------------------------------------

CESUR TAVŞAN
Kral aslan sarayda yapılacak toplantıya bazı hayvanların liderlerini çağırmış. Bunlar kaplanların, tavşanların, kurtların, geyiklerin, ayıların ve domuzların liderleriymiş. Kral aslan toplantının yapılacağı gün nezle olduğu için toplantıya katılamamış ama bir genelge yayınlamış. Bu genelgede katılımcıların aralarından oy birliğiyle bir başkan seçmelerini ve bu başkanın kendisine vekalet etmesini istemiş. Vekilin alacağı kararlar benim kararım sayılır, demiş.
Seçimde tavşanların lideri cesur tavşan oyların büyük çoğunluğunu alarak başkan seçilmiş. Bu tavşan geceyarısı ormanın derinliklerinde yalnız gezecek kadar korkusuzmuş. Onun cesaretine saygı duyan panterler, leoparlar karanlıkta cesur tavşanı görünce saklanıp geçip gitmesini beklerlermiş. Cesur tavşanın ilk işi toplantıya katılanlarla birlikte giderek tahtı ele geçirmek olmuş. Kral aslan bağlanarak zindana atılmış. Cesur tavşan kral olmuş ve uzun yıllar boyunca ordusuyla birlikte diğer ormanlara saldırmış, pek çok can almış.
Kral olmadan önce savaşa karşı olan cesur tavşanın bu derece başkalaşması, değişime uğraması, can alması, cesurken zalim olması yaşanmamış değildir. Prens kral olur, şehzade padişah olur, değişir. Hele hele çobanın hükümdar olup da diğer ülkelere saldırması, taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmaması açıklanamaz bir faciadır.

-----------------------------------------------------------

KUKLACI
Köy, kasaba, şehir demeden gezip dolaşan ve kukla oynatarak insanları eğlendiren bir kuklacı varmış. Kuklacı oyun bittiğinde şapkasını uzatır, seyircilerden para toplarmış ama para veren az olurmuş. Kukla oynatırken devleşen kuklacının neşeli hali, oyun bitince üzgün bir hal alır, başı önde seyir meydanından ayrılırmış. Az önce onu alkışlayanlar, acıyarak bakarmış.
Bir gün bu kuklacı bir kasabada kukla oynatırken, açlıktan başı dönmüş, gözleri kararmış, düşüp kafasını taşa çarpmış ve oracıkta ölmüş. Olanları oyunun bir parçası sanan seyirciler, kuklacıyı çılgınca alkışlamışlar. Seyretmeye beş yüz kişinin geldiği kuklacının cenazesinde beş kişi varmış.
Yol kenarlarında kukla oynatan, gitar çalan, şarkı söyleyen sokak sanatçıları görürseniz boş geçmeyin, onlara para verin. Sanat parayla satın alınmaz ama aç karnına da sanat yapılmaz, bunu unutmayın.

-----------------------------------------------------------

KURBAĞALAR
Eski zamanlarda bir dere kenarında yüzlerce kurbağa yaşıyormuş. Bu kurbağalar neşeliymiş, güler yüzlüymüş. Savaş nedir bilmez, barış içinde yaşarlarmış. Bir gün bu dere kenarına hayalperest bir kurbağa gelmiş. Nana adındaki bu kurbağa devamlı olarak hayal görürmüş ve gördüğü hayalleri gerçekmiş gibi anlatırmış. Nana kısa zamanda kendine pek çok yandaş bulmuş. Yandaşlarıyla birlikte ayaklanmış ve kendine inanmayanlara karşı savaşıp, onları yenmiş. Böylelikle onlarca kurbağanın canı pahasına hükümdarlığını ilan etmiş. Nana tahta oturur oturmaz kurbağalara neşelenmeyi, güler yüzlü olmayı yasaklamış. Onların üstünde baskı kurmuş, yediklerine, içtiklerine karışır olmuş.
Maşumu adındaki genç bir kurbağa Nana'nın fikirlerini anlamsız bulmuş. Kurbağaların en üstün canlı varlıklar olduğu düşüncesi üstüne yaşam felsefesini kurmuş. Kısa zamanda kendine pek çok yoldaş bulmuş.
Günlerden bir gün Maşumu'nun yoldaşları Nana'nın yandaşlarıyla savaşmışlar ve onları yenmişler. Sonraki yıllarda kurbağalar, özgür düşünce sistemini kurmuşlar, her çeşit konuda fikir ileri sürüp, yorum yapmışlar. Yokmuş öyle, böyle düşün, şöyle düşünme. Kim kimin özgür düşünme yeteneğine pranga vurabilir? Kim kimin yaşantısına karışabilir? Böylelikle kurbağalar mutlu bir şekilde yaşantılarını sürdürmüşler.

SON
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
KURBAĞACIK
Ormanlık bir bölgede bulunan bir su birikintisinde yaşamakta olan kurbağacık arkadaşı olmadığından yakınıyordu. Bu kurbağacık vaktinin çoğunu su birikintisinde yüzerek geçiriyor, bazen de sudan çıkıp, çimenlerin üstünde zıplayarak geziniyordu. Her gün bir önceki günün tıpatıp benzeriydi. Her gün aynı şey, hep aynı şeyler. Bitmek tükenmek bilmeyen bir tekdüzelik kurbağacığı canından bezdirmişti. Kurbağacık bir gün kızdı kendine: “ Sanki bütün ömrünü bu su birikintisinde geçirmeye pek meraklısın. Dünya senin zannettiğin kadarcık mı sanki? Dünya bu kadar küçücük mü sanki? Neden kurtarmazsın kendini buradan, çekip gitmezsin buralardan? Eğer sen bu yaşadığın su birikintisine dünya diyorsan, bil ki, sen bu dünyanın değil, bambaşka dünyaların kurbağasısın. Şunu hiç aklından çıkarma: Arzuladığın yaşama ancak bu su birikintisinden uzaklaşarak kavuşacaksın. ”

Kurbağacık o anda kararını verdi. Buradan ayrılarak yola çıkacak, gideceği yerlerde kendine arkadaş arayacaktı. Kurbağacık ormanda günlerce yol aldı. Artık ormanın sık ağaçları seyrekleşmiş, küçük bir düzlüğe çıkmıştı. Birden yerde parlak bir şey gördü. Bu da neydi böyle? Parlak şeye baktığında çok şaşırdı. Bunun içinde bir kurbağa vardı ve o kurbağa da kendisine bakıyordu. Geriye dönüp, bir taşın arkasına saklandı. İlk şaşkınlığı geçtikten sonra bu parlak şeyin çok ince olduğunu ve içinde kurbağa falan olamayacağını anladı. O zaman durum apaçık ortadaydı: Parlak şey ayna olmalıydı ve aynada kendini görmüştü. Kurbağacık aynayı alarak yakındaki bir ağacın kenarına yasladı. Aynanın karşısına geçerek türlü şaklabanlıklar yapmaya başladı. Bazen iki ayağı üstünde doğruluyor, bazen zıplıyor, bazen de derin nefes alıp göğsünü, yanaklarını şişirerek aynadaki aksini seyrediyordu. Bu hareketlerin içinde en hoşuna giden, aynada kendini iri görmek olmuştu. Gittikçe daha derin nefes alarak daha iri gözükmeye başladı. Sonunda öyle bir an geldi ki, kurbağacık yusyuvarlak oldu ve ayaklarının yerden kesilip yükselmeye başladığını fark etti.

Kurbağacık hiç bozuntuya vermedi. Yerden on metre kadar yükselince ağzından biraz hava bıraktı. Daha fazla yükselmek gereksizdi. Her işte her şey seviye seviyeydi. Seviyesinin dozunu tam olarak ayarlamalıydı. Bir kuş değildi ki o, çırpsın kanatlarını, yükselsin gökyüzüne, uçsun uçabildiğince. Nereden baksan bir küçük kurbağacıktı. Olmaz denirdi, kurbağalar uçamaz denirdi, hayal gibiydi ama gerçekti. Uçuyordu işte. Kurbağacık şöyle bir etrafına bakındı. Yön tayini yaptı. Ormandan gelmiş, şu tarafa gidecekti. Sağ ön ayağını gideceği tarafa doğru mihaniki bir hareketle uzattı. Hayret! Gitmek istediği tarafa dönüvermişti. Döndü iyi de hala havada hareketsiz duruyordu. Birden suda arka ayaklarını ileri gitmek için kullandığını hatırladı. Arka ayaklarını yavaş yavaş göğsüne çekti, geriye doğru bıraktı, çekti, bıraktı. Düşündüğü tastamam olmuştu. İlerleyebiliyordu. Artık canının istediği kadar gidip, istediği yerde de aşağı inebilecekti.

Kurbağacık bir süre uçtuktan sonra bir dere kenarında boylu boyunca uzanmış yatmakta olan yaşlı kurbağayı fark etti. Mutlaka bir rahatsızlığı vardır yaşlı kurbağanın ‘ diye düşündü, çünkü hiçbir kurbağa böylesine açıkta yatmaz. Eğer yatarsa bu onun tehlikelere davetiye çıkartması anlamına gelir. İnip bakayım nesi varmış yaşlı kurbağanın.

Yaşlı kurbağanın düşüp kaldığı bu çayırlık bir mesire yeriydi. İnsanlar günlük güneşlik yaz günlerinde hafta sonlarını burada geçirirler, piknik yaparlardı. Bir kendini bilmez yanında getirdiği şişenin içindekini içmiş, giderken de atmış şişeyi kırmıştı. İşte yaşlı kurbağa önündeki bu kırık şişenin bir parçasına basınca ayağından yaralanmış ve canının çok acımasına dayanamayarak bayılmıştı. Yaşlı kurbağa kendine geldikten sonra olanları kurbağacığa anlattı ve yardım etmesini istedi.

Kurbağacık: “ Efendim, böyle bir durumla daha önce hiç karşılaşmadım. O cam parçasının ayağınızın altından çıkarılması lazım. Ben bunu başaramam. Gelirken görmüştüm. Az ileride dere kıyısında iki çocuk balık tutuyordu. Gidip onları çağırayım, size yardım ederler herhalde “ dedikten sonra zıplayarak uzaklaştı.

Kurbağacık çocukların yanına geldiğinde: “ Lütfen yardım eder misiniz? Yaşlı bir kurbağa ayağından yaralanmış az ileride yatıyor. Ne olur benimle gelin ona yardın edin , onu kurtarın. İyilik yapmak sevaptır. Haydi, çocuklar, lütfen kalkın, benimle gelin “ dedi.

Kurbağacığın yalvarmasına dayanamayan çocuklar, oltalarını sudan çıkarıp bir kenara koydular ve kurbağacığın peşine takıldılar. Biraz sonra yaşlı kurbağanın ayağındaki cam parçası çıkarılmış ve yaralı yer temiz bir bezle sarılmıştı.

Çocuklar gittikten sonra kurbağacık yaşlı kurbağaya destek oldu ve onu kuytu bir yere götürdü. Burada yaşlı kurbağa, kurbağacığa yaptığı yardımlardan dolayı teşekkür ettikten sonra: “ Nedense böylesine karşılık beklemeden yapılan iyilikler, yardımlar pek nadir oluyor. Nedense herkes bir başkası bana kötülük yapmadan ben ondan önce davranıp ona bir kötülük yapayım, ilk ben vurayım diyerek kesinlikle hiç bitmeyecek bir yarışı sürdürüyorlar. Gelin bu anlamsız kötülük yarışından vazgeçin, gelin kardeş olalım, elele tutuşalım, mutluluğa koşalım diyerek seslensem ben şimdi canlılara acaba beni dinlerler mi? Hep kötülük görmekten, hep üzülmekten, hep ağlamaktan bıktım artık “ diyerek sözlerini tamamladı ve ağlamaya başladı.
Yaşlı kurbağanın ağlaması kurbağacığın silkinmesine sebep oldu: “Dur ağlama artık yaşlı kurbağa, sil gözyaşlarını. Bundan sonra ikimiz eş kardeş sayılırız. Demek ki bir kötülük yarışı yapılıyor ve herkes bu yarışı önde bitirme gayreti içinde. Buna karşın ben de şu andan itibaren iyilik yarışını başlatıyorum. Yakında dünya turuna çıkacağım ve canlılara iyiliği anlatarak onların iyilik yarışına katılmalarını sağlayacağım. İyilik bayrağı sonsuza dek gönderde dalgalanacaktır. “
Kurbağacık kendine çok güveniyordu. Neden derseniz, çünkü güçlü bir kozu vardı. Ne çabuk unuttunuz, uçabiliyordu ya. Kıtalararası yolculuk onun için hiçten bile değildi.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

BU MASALIN BULUNDUĞU KİTAPLAR:
Masal Bahçesi - Söğüt Yayınları - Haziran 2008 - Sayfa: 360-365
Eğlendiren Masallar - Karaca Yayınları - Sayfa: 3-19
Masal Diyarı - Yakamoz Çocuk - Yayın Yılı: 2008
4.Sınıf Konu Anlatımlı - VIP TÜM DERSLER - Editör Yayınevi - Sayfa: 269
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
KELOĞLAN SERDAR YILDIRIM'A KARŞI
Bir adım, iki adım, üç adım. Dört yanına dört eder kırk dört adım.
Keloğlan, İnegöl ile Yenice arasındaki göl kıyısında balık tutuyormuş. Tutuyormuş da kovası boşmuş. Sabah erkenden göl kıyısına geldiğinde öğle yemeği derdindeymiş. Öğlene kadar boş geçmiş, akşam yemeği için, dertlenmiş. Eli boş gidersem, anam bırakmaz eve gireyim. Ormanda yatılmaz ya kurt, kuş dolu. Hiç olmazsa bir balık yakalasaydım. Oltanın ucuna yem takarım, balık gelir, yemi yer ama oltaya yakalanmaz. Göl balık dolu. Millet gelir, kovayı doldurur ve gider. Bu balık tutma işi etti beni heder.

Zaman gezgini Serdar Yıldırım Keloğlan'ı görünce yanına gelmiş. Bu ikisinin daha önce yaşadığı maceralar varmış.
Serdar: " Selam Keloğlan. Bakıyorum kovan dolu. Göldeki bütün balıkları tutmuşsun. "
Keloğlan: " Serdar, selam da sen eskiden benimle alay etmezdin. Bana daima yardımcı olurdun. Benim de sana çok yardımım oldu. "
Serdar: " Alınma be Keloğlan. Şakacıktan öyle dedim. Söz seninle bir daha bu tarz konuşmam. İlk ve son olsun. "
Keloğlan: " Özürünü kabul ettim, gitti. Sen benim öyle dediğime aldırma. Sabahın adı var, bir balık tutamadım. Üzüntüden çakıl taşı kadar küçüldüm, kaldım. "
Serdar: " Demek üzüntün bundandı. Ben de seni buraya yeni geldin sandım. Bak sana nasıl balık tutulur, göstereyim. Kovayı alır, suyun içine girersin. Kovayı uzatırsın ve haydi bakalım balıklar, atlayın kovanın içine dersin. Balıklar kovaya dolunca eve gidersin. "

Serdar dediğini aynen yapmış. Biraz sonra bir kova dolusu balıkla Keloğlan'ın yanına gelmiş. Balıkları gören Keloğlan çok sevinmiş. Şimdi hedef Keloğlan'ın eviymiş. Keloğlan balıkların hepsini ben tuttum deyince anası, bravo benim balıkçı oğluma demiş ve balıkları pişirmek için, ocağın yanına gitmiş.
Keloğlan: " Daha daha nasılsın? " diye sormuş.
Serdar: " İyiyim, hoşum, doluyum, boşum. Haberler sende. Birkaç ay önce taşındığın bu yeni evine alışabildin mi? "
Keloğlan: " Buraya alıştım alışmasına ama bir de aşk durumları oldu. Hayır, sorma, hiç anlatmam. "
Serdar: " Aşk durumları ha? Aşık oldun yani. Belliydi balık tutamadığından. Aşık adamın oltasına balık takılmazmış. Ben sormadım sen de anlatma. Kime aşık oldun bakalım? Kim bu şanslı kız? "
Keloğlan: " Angelacoma ( İnegöl ) Tekfuru Nicola'nın kızı. Bu eve taşındığımızın ertesi günüydü. Göl kıyısında karşılaştık. Bir an gözgöze geldik. Kalbim davul gibi gümledi, burnum zurna gibi öttü. Aşık olmuştum. Kız da bana karşı ilgi duymuş. Yanıma geldi. Adımı sordu. Keloğlan dedim. Meğer o beni eskiden beri tanıyormuş. Adımı biliyormuş. Elele tutuştuk, geleceği konuştuk. Serdar senin geleceğe ait tahminlerin tutuyordu. Hani diyordun ya: Bin yıl sonra insanlar ne seni ne beni unutmazlar. Bu düşüncen ilk anda bana olamaz gibi gelmişti ama öncesinden benim adım hatırlanır. Sen de benim masallarımı yazdığın için ve o masallardan bazılarında olduğun için, senin adın da unutulmaz. Senin şu an itibarıyla yaşadığın tarih nedir? "
Serdar: " Bence bugün 22-Ağustos-2016 yılındayım. "
Keloğlan: " Gelecek yıllara, yüz yıllara, bin yıllara benden kucak dolusu selam. "
Serdar: " Benden de selam. Önce şiir yazmaya başladım. Sonra masal ve hikaye yazmaya. İnternete 2006 yılında girdim. Eserlerimi yayınlamaya başladım. Çok ilgi gördü. Okurlar, yazdıklarımı beğendiler. 2011 yılında Ankara'dan Sıradışı Yayınları benimle irtibata geçerek on tane masalımı ayrı ayrı kitaplar halinde, büyük boy ve resimli olarak yayınladı. Sonradan pek çok yayınevi haberim olmadan internetten masallarımı alarak masal kitaplarında ve yardımcı ders kitaplarında yayınladı. 155 tane kitap ve dergide eserlerimi bulup satın aldım. Kimbilir daha kaç tane var? "
Keloğlan: " Benim masallarımı da yazıyordun. Kaç tane oldu? "
Serdar: " 58 tane oldu. Tüm yazdıklarım 280 tane oldu. "
Keloğlan: " 58 tane Keloğlan masalı mı? Var git sen 1.000 yıl daha yaşa. 2.000 tane olmazsa hakkımı helal etmem. "
Keloğlan'ın anası: " Haydi çocuklar, balıklar pişti, sofraya düştü. Soğumadan karnınızı doyurun da sonra atmaya, tutmaya devam edersiniz, " deyince iki aç insan sofraya oturmuş. Dakikalar sonra sofrada balıktan eser kalmamış.

Serdar bir ay Keloğlan'ın evinde misafir kalmış. Sonrasında köye gelen bir tellal Angelacoma'nın Turgut Alp tarafından alındığını söylemiş. ( MS.1299 ). Bundan dolayı Osman Gazi, Burussa ( Bursa ) kapısına dayanmış.

Keloğlan: " Duydun mu Serdar, Angelacoma'da savaş olmuş da bizim haberimiz olmamış. Orası kaç adımlık yer? "
Serdar: " Tekfurun kızı kimbilir şimdi ne haldedir? Belki de babasıyla birlikte esir düşmüştür. "
Keloğlan: " Ne? Esir mi düşmüştür? Kalk Serdar, kalk. Gidelim Angelacoma'ya, varalım Turgut Alp'in huzuruna. Ettiyse esir tekfuru, istesin tekfurdan kızını. "

Keloğlan ile Serdar, hızla yürüyerek gitmişler ve Turgut Alp'in huzuruna çıkmışlar. Turgut Alp'in işi başından aşmış. Keloğlan'ı dinleyince vezirine dönerek, kıza sorun, istiyorsa varın gidin evlendirin Keloğlan'la, demiş. Kız evet deyince Keloğlan ile tekfurun kızı evlenmiş. Birlikte köye dönmüşler. Anası Keloğlan'ı ve kızı güleryüzle karşılamış. Eve buyur etmiş.

Serdar bakmış ilgilenen yok oradan ayrılmış. Zaman gezgini olarak geçmişin ve geleceğin labirentlerine doğru yola çıkmış. O labirentler ki, bazen çok soğukmuş, bazen sıcakmış. Çok soğuk olunca beyni buz tutarmış, bir cümle bile yazmak istemezmiş. Bazen sıcak olurmuş, yazdıkça yazacağı gelirmiş. Serdar, yazdıklarımı okuyan oldukça yazmaya devam edeceğim, demiş.

Orhan Gazi Bursa'yı almış.
Turgut Alp İnegöl'e yerleşmiş.
Keloğlan, tekfurun kızı ile mutlu olmuş.
Serdar Yıldırım bu masalı yazmış.

Keloğlan bahçeden dört gül koparmış.
Birini Orhan Gazi'ye, birini Turgut Alp'e.
Birini tekfurun kızına, birini anasına vermiş.
Serdar olayı duyup geri gelmiş, hani bana demiş.
Keloğlan sana yok demiş ve eve girip kapıyı kilitlemiş.

SON
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
KLASİK TÜRK VE DÜNYA MASALLARI
PİRE İLE SİVRİSİNEK
Zıplama yeteneğini kaybetmiş pireyle, uçma yeteneğini kaybetmiş sivrisinek yolda karşılaşmışlar. Bir ağacın altına oturup konuşmuşlar. İkisinin de paraları varmış ve ilk karşılaştıkları yere bakkal dükkânı açmışlar. Tatlı dilli, güler yüzlü oldukları için, dükkân müşteriyle dolup taşmış. Aradan aylar geçmiş ama müşterileri azalmamış. Herkes onların müthiş ticari zekâlarından bahsetmiş.
Yeteneğimi kaybettim diye üzülme, bir köşeye çekilip dövünme. Bilmez misin ki, canlılar birkaç yetenekle doğarlar.

--------------------------------------------------------

ORMANIN YENİ KRALI
Ormanlar Kralı Aslan tahta çıkışının yıl dönümünde bir günlüğüne krallığı bırakacağını ilan etmiş. O sabah erkenden pek çok orman hayvanı sarayın büyük salonunda toplanmış. Kral aslan basamaklarla çıkılan yüksekçe bir yerde tahtında oturuyormuş. Ayağa kalkıp arka kapıdan çıktığı anda, orman hayvanları tahta hücum etmiş. Ön sırada bulunan iri cüsseli fil, zürafa, kaplan, gergedan gibi hayvanlar tahtın önüne ilk varanlarmış. Büyük bir itiş kakıştan sonra Ot Yiyen Kaplan tahta oturmuş ve bir günlüğüne Ormanlar Kralı olmuş.
Doğruluktan ayrılmadan, herkese eşit davranarak, ormanda yaşayanların mutluluğunu gözeterek iyi bir yönetim göstermiş. Gün sonunda tahtı yeniden kral aslana bırakmış ve kral aslandan kocaman bir aferin almış.

------------------------------------------------------

SULU MASAL
Adamın biri masal yazmaya meraklıymış. Bir konu aklına gelince evdeyse su dolu kovanın içine, yoldaysa bir su birikintisine masalını yazarmış. Bazen suya yazdığı masalları eşine, dostuna anlatırmış. Onlar da, bunlar çok güzel masallar, su üstüne masal yazma, üç gün sonra unutursun. Kalıcı olsun, herkes okusun diye kâğıda, kartona yaz, derlermiş.
Böylece aradan aylar geçmiş. Bir gün küçük oğlu, masalcı babasına: “ Baba, geçen ay bana tilkili bir masal anlatmıştın. Tilki masalın sonunda padişah oluyordu. O masalı yine anlatsana, demiş ama masalcı, masalı su üstüne yazdığı için, okuyup, anlatması mümkün olmamış. Tilkili masalı hatırlamamış bile. Bu duruma çok üzülen masalcı, aklına gelen masalları kâğıtlara yazacağına dair oğluna söz vermiş.

---------------------------------------------------------------

ARAP VE ALTI DEVESİ
Arabın biri Arabistan Çölleri’nde yük taşımacılığı yaparmış. Bu arabın altı tane devesi varmış. Arap, bu develerle şehirden şehire mal taşır ve epey de kazanç sağlarmış. Yolculuklar sırasında arap, en öndeki devenin üstünde oturur ve devamlı olarak: “ Bıktım artık bu çöl sıcağı altında yük taşımaktan. Daha rahat bir şekilde para kazanmanın yolunu buldum. Siz altı deve, sizleri bir şişenin içine koydurup, para karşılığı insanlara seyrettireceğim. Develer, sevinin, çöl sıcağına maruz kalmadan şişenin içinde gezersiniz. “ diyerek söylenir dururmuş.
Arap, bir gün dediğini yapmış. Oz büyücüsüne giderek, develeri küçülttürüp, şişenin içine sokturmuş ve handa, dükkânda, çarşıda insanlara seyrettirip çok para kazanmış.

----------------------------------------------------------

YARDIMSEVER KARTAL
Bir kartal varmış. Herkesin yardımına koşarmış. Tavşanın koşarken ayağı mı burkuldu, yavru maymun daldan mı düştü, olayı haber alır almaz uçar gelir, yaralıyı kucakladığı gibi orman hastanesine yetiştirirmiş. Garibin, yoksulun hastane masraflarını ödediği çok olurmuş. Ormanda yaşayanlar bu yardımsever kartalı tanırlarmış ve kendisine hava ambulansı derlermiş.
Bir gün yardımsever kartala gergedanın hasta olduğu ve mağarasında yattığı haberi verilmiş. Yardımsever kartalın gergedanın mağarasına değil de, hastaneye doğru uçtuğunu görenler çok şaşırmışlar. Sonradan neden böyle yaptığını soranlara yardımsever kartal şöyle demiş: “ Hasta olan sincap veya tavşan değil ki, hastaneye götüreyim. Dört tonluk gergedanı hastaneye taşıyamayacağıma göre, hastaneyi ayağına getirdim. Doktor tilkiyi gergedanın yanına götürdüm. Gergedan hazımsızlık çekiyormuş, ilaçla tedavi oldu. Şimdi çayırda otlayıp duruyor. “
Bunun üzerine oradakiler önce gülmüşler, sonra yardımsever kartalı alkışlamışlar.

------------------------------------------------------------

HOROZ İLE KEDİ
Horozun biri kol saati bulmuş. Saati boynuna takan horoz yürüyüşünü ağırlaştırıp, ben neymişim, en büyükmüşüm havalarına girmiş. Yol ortasından giderken, herkes kenara çekilip ona imrenerek bakıyormuş ve vay be diyerek, zenginlik ve gösterişin ne olduğunu anlıyormuş. Horoz zamanla arkadaşlarıyla arasına mesafe koymaya başlamış. Eski günlerdeki samimiyet, cana yakınlık mazide kalmış. Arkadaşları giderek horozdan uzaklaşmış.
Bir gün horoz bir ağacın altına oturmuş, düşünüyormuş. Kedi oradan geçiyormuş. Horoza seslenmiş: “ Ne o, horoz kardeş, Marmara Denizi’nde kayığın mı battı? Seni üzen her neyse anlat da bilelim. “ demiş.
Horoz da olanları anlatmış: “ Her şey kol saatini boynuma takmamla başladı. Sonradan ne arkadaşım kaldı, ne dostum. “ diye dert yanmış. Kediden yardım istemiş. Bunun üzerine kedi, kol saatini boynundan çıkarmasını, nerede bulduysa oraya bırakmasını ve ancak bu şekilde arkadaşlarıyla eskisi gibi samimi olabileceğini söylemiş.
Horoz kedinin dediğini yapmış. Kol saatini bulduğu yere bırakmış. Arkadaşları, onu tekrar aralarına kabul etmişler. Horoz bir daha zenginlik gösterisine kalkışmamış. Dersini de almış.

------------------------------------------------------------

ANNE, BABA VE YAVRU FİL
Güzel bir yaz gününde anne, baba ve yavru fil lunaparka gitmişler. Anne ve baba fil daha önce defalarca buraya gelmişler ama yavru fil için durum öyle değilmiş. Yavru fil ilk kez geliyormuş ve çok heyecanlıymış. Yavru fil, annesiyle birlikte atlıkarıncaya binmiş. Sürenin dolmasına karşın, yavru fil atlıkarıncadan inmek istememiş. Baba fil iki bilet daha almış ve bilet kesen adama vermiş. Böylece anne ile yavru filin bir kez daha tur atmaları mümkün olmuş.
Daha sonra onlar dönme dolaplara binmişler. Dönme dolabın yükseldiği anlarda yavru fil çok korkmuş, gözlerini kapamış ve ağlamış.
Baba fil tüfekle hareketli hedeflere on atış yapmış ama bir isabet bile kaydedememiş. Çevredekilerin bakışlarından sıkılan baba fil kendini aynalar çadırına zor atmış. Aynalar çadırında karşısına geçeni ince-uzun, kalın-kısa, uzun yüzlü, yamuk gözlü gösteren pek çok ayna varmış. Baba fil sıkıntısını burada unutmuş, çünkü yavru filin neşesine diyecek yokmuş. Yavru fil, o ayna senin, bu ayna benim koşmuş, durmuş.
Anne ve baba fil ortaya yavrularını alarak korku kapısına girmişler. Burada anne fil korkmuş ve ara sıra çığlık atmış. Çıkışta yavru fil, babasına, ben hiç korkmadım, demiş.
Zamanın ilerleyen saatlerinde fil ailesi evlerinin yolunu tutmuşlar.


SON
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
EŞEK İLE KÖYLÜ
Bir eşek varmış. Bir de köylü varmış. Köylü eşeğin sahibiymiş. Sahibi eşeği şehirdeki pazara götürür, satar ama eşek bir süre sonra geri gelirmiş. Bu süre bazen bir ay, bazen on ay olurmuş.
Köylü eşeği bir kez daha satmak için, pazara götürmüş. Pazarda köylünün biri eşeği satın almış. Yeni sahibi eşeği evinin yanındaki ahıra götürmüş. Sonraki günlerde sahibi eşeğin sırtına fazla yük bindirmiş. İki eşeğin çekebileceği arabayı bu eşeğe çektirmiş. Eşek bana mısın dememiş. Sahibi elinde sopası eşeğin hata yapmasını bekliyormuş. Ağır yükleri taşıyamasa, arabayı çekemese eşeği sopayla dövmek istiyormuş. Böyle yük hayvanlarını dövmekten zevk alıyormuş.
Sonunda eşeği dövmek için, bahane yaratmış. Eşeğin iki yanındaki heybelere yük doldurmuş. Eşeğin sırtındaki semerin üstüne bir tencere yemeği bağlamadan bırakmış ve eşeği yokuşa sürmüş. Bir süre sonra tencere yere yuvarlanmış ve yemek yerlere dökülmüş.
Önce eşeğe bağıran adam daha sonra eşeği yularından tutup kenara çekmiş ve bir ağaca bağlamış. Eşeğin sırtındaki yükleri indiren adam, eşeğin arkasına geçip sopayla vurmaya başlamış. Hayatta sadece dayak yemeye tahammül edemeyen eşek arka ayaklarıyla çitme atarak adamı boylu boyunca yere uzatmış. Eşek bağlı olduğu yerden kurtularak ilk sahibi köylünün yanına gitmiş. Köylü ertesi sabah eşeği satmak için, pazara götürmüş.
İnsanlara çok yararlı olan eşek, at, öküz sahibiyseniz onları dövmeyin. Eğer dövmeye kalkarsanız, bir tekmede yeri boylarsınız ve bir daha kalkamazsınız.

----------------------------------------------------------

ÇEKİNGEN ÇEKİRGE
Çekirgeler diyarında bir çekirge varmış ki, çok çekingenmiş. Toplantılara, şölenlere çağrılır ama katılmazmış. Parkta, bahçede dinlenirken, yanına biri gelecek diye ödü koparmış. Hayat bir tiyatro sahnesi dersen, bu tiyatroda yalnızları oynarmış.
Çekirgeler diyarında evler kayalık bir dağın yamaçlarındaymış. Ara sıra dağdan kopan taş ve kaya parçaları aşağı yuvarlanır, birkaç eve zarar verirmiş ama çekirgeler bunu önemsemezler ve evleri onarıp, olayı unuturlarmış.
Çekingen çekirge bir gün kayalık dağa çıkmış. Çevreyi araştırıp, kayaları incelediğinde durumun korkunçluğunu olanca acılığıyla anlamış. Dağ geliyormuş. Her an büyük kaya parçaları kopabilir ve aşağıdaki evleri dümdüz edebilirmiş. Evlerin yanına inip, kime rastladıysa gördüklerini anlatarak, evlerini kayalık dağdan uzaklara taşımalarını söylemiş. Çekirgeler, onu sakin bir şekilde dinlemişler. Onun neden bu kadar heyecanlı olduğunu anlayamamışlar. Sadece çekingen, zemini sağlam, etrafı güvenli karşıdaki ormanın yanına ev yaparak oraya taşınmış.
Günlerden bir gün öğle vakitleri kayalık dağdan kopup gelen kaya parçaları çekirgelerin evlerini yerle bir etmiş. Çekirgelere bir şey olmamış çünkü çoğu tarlada, bahçedeymiş. İnsanların bin bir emekle yetiştirdiği ürünleri talan ediyorlarmış. Akşamüstü tıka basa doymuş olarak dönen çekirgeler, o geceyi yıldızları sayarak geçirmişler. Sabah erkenden çekingen çekirgenin evi etrafında toplanan çekirgeler, ondan özür dileyip, evinin çevresine evler kurmak için, izin istemişler. O da, epey yüklü bir para karşılığında bu izni vermiş ve zengin olmuş.

-----------------------------------------------------------

KEDİLER AÇ KALMASIN
Evvel zamanda bir kasabanın kedileri pek çokmuş. Kediler, çöp tenekelerinden, insan artıklarından beslenirmiş. Gel zaman, git zaman bu kasabaya yeni bir başkan seçilince olan olmuş. Kasabanın kedileri insanlar tarafından horlanmış, aşağılanmış çünkü başkan kedileri hiç sevmiyormuş. Yemek artıklarını toprağa gömmüşler, kediler aç kalmış.
Kedilerin padişahı, kasabanın ileri gelen kedileriyle bir toplantı yapmış. Hal ve gidiş çok kötüymüş. Sonunda kediler, bu kasabadan ayrılarak civar köy ve kasabalara dağılmışlar.
Kedisiz kalan kasabayı kısa sürede fareler istila etmiş. Evlerde fareler, yollarda fareler; kasabalılar ne yapacaklarını şaşırmışlar. Kasabalılar da bir toplantı yapmışlar ve bu toplantıda kedi düşmanı olmayan bir başkan seçmişler. Yeni başkan, kedilerin padişahına giderek, hürmetlerini sunmuş, olanlar için, özür dilemiş ve eğer geri dönerlerse kedileri köfteyle, dolmayla besleyeceklerini söylemiş. Kedilerin padişahı, bir denemekte yarar var deyip, çevre köy ve kasabalara giden kedilere haberciler yollayıp, eski kasabalarına davet etmiş. Kediler geri dönünce ortalıkta fareden eser kalmamış. Böylelikle kasaba fare belasından kurtulmuş. Kasabalılar, saygıdeğer ve dost kedileri en iyi yiyeceklerle beslemişler.
Kediler öyledir, bahçede, yolda görürsünüz ve pist dersiniz kaçar gider. Bazen bir kedi görürsünüz size yalvararak bakar, bazen bir yavru kedi görürsünüz size miyav der, açım, bana yiyecek bir şeyler verebilir misiniz, demektir bu. Onları dışlamayalım, onlara sevgiyle yaklaşalım, onları besleyelim. Bahçede, sokakta bir kedi yerine on fare görmek istemiyorsan buna kendini mecbur hissetmelisin.

-----------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------

KAVGACI ÖRDEK
Bir ördek varmış, çok kavgacıymış. Kimseyle arkadaş olmaz, kavga edecek birini ararmış. Göl çevresinde yaşayan ördekler arasında kavga etmediği yokmuş. Bundan dolayı adı kavgacı ördeğe çıkmış. Ördekler aralarında toplantı yapmışlar ve beş kişilik bir heyet seçmişler. Heyet, kurnaz tilkiye giderek ondan yardım isteyecekmiş. Kurnaz tilki epey bir para alarak işi kabul etmiş ve ertesi gün kavgacı ördeği aramaya başlamış. Kavgacı ördeği bir ördekle kavga ederken bulmuş.
Kurnaz tilki araya girerek, kavgacı ördeğe çıkışmış. Kavga edip duracağına babanın bana olan borcunu ödesen iyi edersin, demiş.
Bunun üzerine kavgacı ördek: “ Ne borcu? Babam bana bu borçtan söz etmemişti. Babamın sana borcu mu vardı? “ diye sormuş.
Tilki: “ Tabi vardı. İki yıl önce şimdi senin oturduğun evi baban hangi parayla aldı sanıyorsun? Benim verdiğim borç parayla. Baban taksitler halinde borcunu ödüyordu ya geçen yıl ölünce ödemeler durdu. Sen üzgünsün diye rahatsız etmedim. Kalan borcu öde yoksa evini elinden alırım. “ demiş.
“ Yazılı kâğıt, borç senedi falan yok mu? “
“ Yok. Baban, sözüm senettir, demişti. Aramızda karşılıklı güvene dayalı bir anlaşma vardı. “
“ Benim de sözüm senettir. Eğer gerçekten böyle bir anlaşma varsa borcu öderim ama taksitleri ne zaman ödemeye başlarım bunu bilemem. “
“ Gel seninle bir anlaşma yapalım, ördek kardeş. Sen iki yıl kavgaya karışma, kimseyle kavga etme, ben bu borcu ödenmiş sayacağım. “
“ Tamam, olur, anlaştık. “
Kavgacı ördek iki yıl boyunca kavgaya karışmamış, kimseyle kavga etmemiş. Böylelikle tilkiye babasının olmayan borcunu ödemiş olmuş. Zaten iki yıl sonunda kavgasız bir hayatın daha kolay yaşandığını fark edip, gereksiz kavga etmekten kaçınmış.

---------------------------------------------------------------

BECERİKSİZ CİN
Salim adında genç bir adam günün birinde yalnız yaşadığı evinin tavan arasında mantarlı bir şişe bulmuş. Şişenin boyu bir karıştan daha uzunmuş. Şişeyi almış, aşağı inmiş, tozlu şişeyi sabunlu suyla bir güzel yıkamış. Şişenin mantarını uzun uğraşlardan sonra açmayı başarmış. Şişeden cin çıkmış: “ Ey sahip, benden ne dilersen yerine getiririm. “ demiş.
Salim şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra bir dilek dilemiş: “ Ey cin, şu odanın ortasına on altın at bakalım. “ demiş.
“ On altın hemen gelsin. “ demiş cin ama altınların şıngırtısı duyulmuş, kendisi yok.
Cin: “ Ey sahip, bu benim ilk işim olduğu için, böyle oldu. Yoksa ben ne dersem, olur. Sen bir şey daha iste, bak nasıl başaracağım. “
Salim: “ Takma kafana, cin. Sen şimdi kuş sütünün bile olduğu bir sofra getir. “
“ Sofra hemen gelsin. Kuş sütü de olsun. “ demiş cin ama aradan zaman geçmiş, sofra gelmemiş. Tavan arasında bir tıkırtı olmuş ya Salim önemsememiş. Koca cin odanın ortasına oturup ağlamaya başlamış: “ Ben ne beceriksiz bir cinim! Bir sofra getiremedim. Yazıklar olsun bana, “ diyerek ağlamış, dövünmüş. Daha sonra Salim, cini bahçeye çıkarmış. Cin, çeşmede yüzünü yıkamış, üzüntüsü biraz dağılır gibi olmuş: “ Becerikli cin, başaran cin, azimli cin, bir de burada dene bakalım. Sofra iste. “
“ Olur sahip. İçinde kuş sütü de bulunan sofra hemen gelsin. “ demiş cin ve sofra bahçenin orta yerine kurulmuş.
Cin: “ Başardım, başardım. “ diye bağırmış.
Salim: “ Bak gördün mü? Azmettin, başardın. Seni kutluyorum. “ demiş ve en güzel yemeklerden tabaklar dolusu yemiş. Salim yüz altın istemiş, gelmiş. Daha sonra cin izin istemiş ve şişeye girmiş, Salim de şişenin mantarını kapatmış.

Ertesi gün, daha ertesi gün Salim, cini çağırmış, durmuş. Bahçede cinin olsun dedikleri oluyormuş da, evde istedikleri olmuyormuş. Aradan birkaç hafta geçmiş ki, şişe ortadan kaybolmuş. Bu arada Salim cinden gelen altınlarla servet sahibi olmuş. Salim, cinin evde başarısız olmasından dolayı kayıplara karıştığını düşünüyormuş. Uzun süredir kafasını kurcalayan sorunun cevabını araştırmaya karar vermiş. Evin iki odasını ve mutfağını en ince detaylarına kadar gözden geçirmiş. Sonra tavan arasına çıkmış. Bir de ne görsün? Tavan arası altınlarla ve hazır sofralarla doluymuş. Cinin evdeyken istedikleri gelmiş ama tavan arasında kalmış, aşağı odaya inmemiş. Salim tavan arasındaki yer tahtalarından birkaçını çıkarınca altında bir balıkçı ağı olduğunu görmüş. Daha altta yine tahtalar varmış ve bu tahtalar alt kattaki odanın tavanıymış.
Kısacası yıllar önce bu evi yapanlar, alt kattaki odanın tavanını çift kat tahta yaptırmışlar ve ortasına balık ağı germişler. Neden bunu böyle yaptınız diye onlara sormak lazımmış.
Salim bahçede gelen altınları kendine ayırmış. Tavan arasında bulduğu altınları fakirlere dağıtmış. Bu evde oturmaya devam etmiş. Daha sonra genç ve güzel bir kızla evlenmiş. Zamanla dört çocuğu olmuş. Çocuklarına mantarlı şişeden çıkan cinin hikâyesini her fırsatta anlatmış.
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
KAPLUMBAĞANIN İKİNCİ EVİ
Kaplumbağanın biri, ev kiralamak için, aslanın emlak bürosuna gitmiş. Tilki, kurt ve sırtlan da oradaymış. Nasılsın, iyi misin faslından sonra kaplumbağa niyetini aslana söylemiş. Oradakiler buna çok şaşırmışlar.
Aslan: “ Bir yaşıma daha girdim. Senin sırtında evin var ya kaplumbağa kardeş. Neden kira vereceksin? Bütün her yer senin evin. İstediğin yerde durur, evine çekilirsin. “
Kaplumbağa: “ Onun orası öyle de, işe girdim, bir villanın bahçesinde bahçıvanlık yapıyorum. Kazancım yerinde. Ben de sizin evleriniz gibi iki oda, bir salonu bulunan ve mutfağı olan bir ev istiyorum. Böyle evlerin kirası ne kadar? "
Kaplumbağanın isteğini haklı bulan aslan: “ Madem işe girdin, kazanıyorsun, geniş bir evde oturmak senin hakkın. Ne kadar kira verebilirsin? “ diye sormuş.
Kaplumbağa: “ Otuza kadar kiralık ev arıyorum. “ demiş.
Aslan: “ Otuz mu? Otuza çok güzel evler var. Bahçe içinde, tek katlı, süper evler. Sırtlan, sen git kaplumbağayla otuz kira istenen iki evi de göster. Hangisini beğenirse orayı tutsun. “ demiş.
Kaplumbağa ile sırtlan dışarı çıkmışlar ve yürümeye başlamışlar. Sırtlan kaplumbağaya ayda ne kadar kazandığını sormuş. Seksen cevabını alınca da, yani her ay elliyi kenara koyacaksın, demiş.
Kaplumbağa: “ Öyle. Zaten biraz birikmişim var. Şimdi tutacağım evi beğenirsem, ileride satın almak istiyorum. “ demiş.
Kaplumbağa iki evi de görmüş ve ilk gördüğü evi kiralamış. Bir gün işteyken kaplumbağanın evine hırsız girmiş ve birikmiş parayı alıp, gitmiş. Açılamaz denilen çelik kasa bomboşmuş. Kaplumbağa kıvranmaya başlamış. O gece hiç uyuyamamış. Ertesi gün işte çalışırken, çalınan paralarını düşünmüş. Kimselere de söyleyememiş, alay ederler diye korkuyormuş. Olayı çözmeye, hırsızı bulmaya karar vermiş.
“ Kim benim evime girer, kasayı zorlanmadan açar ve paralarımı çalar? “
Para biriktirdiğinden sadece emlakçıda bahsetmiş. O gün bu evi kiralarken emlakçı aslan, tilki, kurt ve sırtlan bunu duymuş. Sonra sırtlanla ev görmeye gitmiş. Sırtlanla konuştukları aklına gelmiş. Sırtlan kazancıyla yakından ilgilenmiş. Şüpheliler arasında sırtlan birinci sırada yer almış.
Kaplumbağa sırtlanın babasını bulmuş, olanları anlatmış. Baba, kaplumbağanın şüphesini haklı bulmuş. Oğlu eski kasa hırsızıymış ama aslanın emlak bürosunda çalışıyormuş. Demek ki, eski günlere bir dönüş varmış. Sırtlan evine gelince babası ona çok kızmış. Yaptığının yanlış olduğunu söylemiş. Sırtlan kaplumbağadan utanmış, özür dilemiş ve parasını geri vermiş.
Az kazandım, çok kazanmış. Onun birikimi varmış, benim yokmuş. Sen de çok çalış veya daha iyi bir iş bul. Sakın başkasının parasına, malına el uzatma. Hak etmediğin parayı alma. Para, çaba sarf edilerek, alın teri dökerek kazanılır. Öyle kolay yoldan para kazanma devri geçti.

---------------------------------------------------------------

HAMSİ İLE YILAN BALIĞI
Hamsinin biri, Karadeniz’de gezip duruyormuş. Bir gün bu hamsinin peşine yılan balığı takılmış. Hamsi saatlerce kaçmış. Arada bir yılan balığı hamsinin arkasından bağırıyormuş: “ Dur hamsi, beni yorma. Seni beğendiğim için, yemek istiyorum. “
Daha sonra yılan balığı dar bir kovukta hamsiyi kıstırmış: “ Hamsi, dışarı çık! Seni yemek istiyorum. “
“ Benim adım hamsi ama beni öyle kolayca yiyemezsin. Ne tavaya yatarım ne buğulamaya otururum. Dişlere şimşek çaktırırım, midelere yıldırım düşürürüm. Mide dedim de benim eskiden bir midye arkadaşım vardı. Kim bilir şimdi nerededir? “
“ Konuyu değiştirme. Seni mutlaka yemem lazım. Benim yemek isteğimi köreltmeye çalışıyorsun. “
“ Olur mu öyle şey? Sen bıçak mısın ki taşa sürteyim de körelesin. Bana bak balık yılanı, hamsiyi tersten okusan ismah dersin. İsmah tehlike demektir yani ben tehlikeliyim. Senin adın tersten okunduğunda ığılab nalıy ortaya çıkar. “
“ O dediğinin anlamı nedir? “
“ Her şeyi bilmek zorunda mıyım? Çok merak ediyorsan bir sözlük al, anlamını öğren. “
“ Tamam, ben bir sözlük almaya gidiyorum. Ama sen beni burada bekle. Gidersen çok kızarım. “
“ Oldu, beklerim. Sen hiç merek etme. Döndüğünde beni burada bulacaksın.”
Yılan balığı gözden kaybolduktan bir saniye sonra hamsi ters yöne kaçmış. Aya giden füze hamsinin hızı karşısında yavaş kalırmış.

-------------------------------------------------------------

MASALCI TİLKİ İLE PALAMUT BALIĞI VE HAMSİ
Masalcı bir tilki varmış. İyilikleri anlatan, maceralı masallar yazarmış. Yazdıklarını kitap olarak hazırlar ve okuyucunun ilgisine sunarmış. Masalcı tilkinin yazdıkları bir yayınevinin dikkatini çekmiş. Yayınevi sahibi, masalcı tilki ile konuşmuş, anlaşmış ve bol resimli, on tane masal kitabından pek çok adet basarak masalların daha geniş kitleler tarafından okunmasını sağlamış. Aradan bir süre geçmiş ve diğer yayınevleri de masalcı tilkinin masallarını birer, ikişer yayınlamaya başlamışlar. Bu güzel masallara ilgi giderek çoğalmış.
Masalcı tilki bir gün yavrusu Tilik ile deniz kıyısında taşların üstünde oturmuş, konuşuyorlarmış. Masalcı tilki anlatıyormuş: “ Bak yavrum, hayat bulutlara benzer, bir rüzgârda dağılır. Biz bu hayatta bir bulut olduğumuzu farz edelim. Bir rüzgârda dağılmamak için, yere sağlam basmalıyız. Güçlü olmalıyız. Bu güç beden gücü ve beyin gücüdür. Bedenimizi güçlendirmek için, yürürüz, koşarız, spor yaparız. Beynimizi güçlendirmek için, kitap okuruz. Masallar, yavrular için çok değerlidir. Onlara hayatın gerçeklerini anlatır. Hayata hazırlar. Tilik istersen sana bu sabaha karşı yazdığım bir masalı okuyayım. “
“ Olur, baba, oku, ben dinlerim. Sen bana bu yazdığın masalları okurken, hatalar, yanlışlar varsa fark ediyorsun, değil mi? “
“ Aynen öyle oluyor. Masallar genelde, bir varmış, bir yokmuş diye başlar. Dikkat edersen benim masallarım öyle başlamaz çünkü bunlar özgün masallar. Bu masalda bir varmışlı başlamıyor. “

Masalcı tilki daha sonra masalı okuyup bitirmiş. Masal, Tilik’in çok hoşuna gitmiş. Dinleyen buldu ya masalcı tilki, bir tane de geçen gün yazdığım bir masal vardı. Onu okuyayım, demiş ve okumaya başlamış. Masal bittikten sonra oluşan sessizliği alkışlar bozmuş: “ Çok güzel, çok güzel masallar bunlar, “ diye bağıran ve alkışlayan deniz kıyısındaki palamut balığıymış.

Masalcı tilki ve Tilik, çok şaşırmışlar. Palamut balığı konuşmasına şöyle devam etmiş:
“ Masalcı, okuduğun iki masalı dinledim. Güzeldiler, beğendim. Benim de anlatacak bir masalım var, “ demiş ve anlatmaya başlamış: “ Çok eskiden içinde mutlu balıkların yaşadığı bir deniz varmış. Balıklar dostça geçinirler ve şarkılar söylerlermiş. Bir gün bu denize başka bir denizden aradaki kanaldan geçerek gelen bir köpekbalığı ulaşmış. Köpekbalığı kocaman, dev gibi bir şeymiş. Boyu sekiz metre varmış. Büyük ağzını açarak, balıkları toplamaya başlamış. Denizdeki balıkları bir korkudur sarmış. Yenilip yutulma korkusu. Kim ister şu güzelim dünyada rahatça yaşamak varken, köpekbalığına lokma olmak?

Balıklar, aralarında toplantı yapmışlar. Çeşitli öneriler ortaya konmuş. Tartışmalar olmuş. Akıl boyda değil baştadır, derler ya. Sonunda bir hamsinin önerisi kabul edilmiş. Bu denizin derinliklerinde yaşayan dev bir ahtapot varmış. Hamsi, bu ahtapotu tanıyormuş. Yardım istersem gelir ve bizi köpekbalığından kurtarır, demiş. Hamsi hemen yola çıkmış ve dibe dalmış.

Ertesi gün köpekbalığına alttan yaklaşan ve onun belini güçlü kollarıyla sararak denizin dibindeki mağarasına götüren dev ahtapotu pek çok balık görmüş. Masal burada sona erdi. Nasıl masalımı beğendiniz mi? “
Masalcı tilki: “ Süper bir masaldı. Çok beğendim. Seni kutluyorum, palamut balığı. Ayrıca çok da güzel anlattın. “
Tilik: “ Ben de çok beğendim. Hiç duymadığım türden, değişik bir masaldı. “
Palamut: “ Benim yuvam buraya yakın. Önümüzdeki günlerde yine buraya gelirseniz, birbirimize yeni masallar anlatma şansımız olur. Bakın size ne akıl almaz, benzeri bulunmaz, denizle ilgili masallar anlatacağım. “ demiş ve en iyi dileklerle ayrılmışlar. Sonraki günlerde onlar burada buluşup birbirlerine çok güzel masallar anlatmışlar.

-------------------------------------------------------------

TİLKİ İLE KİRACI ASLAN
Tilkinin dört tane evi varmış. Birinde kendi oturur, üçünü kiraya verir ve kiralardan gelen parayla yaşamını sürdürürmüş. Günlerden bir gün tilkinin kiracısı evden çıkmış. Ertesi gün aslan evi kiralamış. Bir aylık kirayı ödemiş. Aradan aylar geçmiş ama aslan bir daha kira vermemiş. Eve gelip kirayı isteyen tilkiyi türlü bahanelerle atlatıyormuş. Tilki ne işi sertliğe dökebiliyormuş ne de sesini yükseltebiliyormuş, çünkü karşısında aslan var. Tilki kurnazmış ama çeşitli fikir oyunlarına başvurmasına karşın, aslandan kirayı alamamış. On aydır kirayı ödemeyen aslana karşı son bir oyunu varmış. Duyduğuna göre, bu aslan hayaletlerden çok korkarmış.

Tilki yine aybaşında kirayı almak için, aslanın kapısını çalmış. Aslandan her zamanki gibi bir tatlı dil, bir güler yüz: “ Hoş geldiniz. Nasılsınız efendim? “
Bunun üzerine tilki şöyle demiş: “ İyiyim, aslan efendi. Sen nasılsın? “
“ Bugün moralim çok iyi. Sizi gördüm daha iyi oldum. “
“ Kira hazır mı? Kirayı alayım. “
“ Kira hazır, biraz sonra size takdim ederim. “
“ Hep öyle diyorsun da kira verdiğin yok. On aydır evimde bedavaya oturuyorsun. “
“ Aman tilkicim, canım benim, kira kolay. Hepsini toplu olarak öderim. Hem geçen gün ne oldu biliyor musun? Ormanda sağa, sola bakınarak gidiyordum. Birden önüme.. “
“ Birden önüne hayalet mi çıktı. “
“ Hayalet mi? Ne hayaleti? “
“ Ormanda gezen hayalet. Bu evde yaşıyor. Gece demez, gündüz demez gezer gelir. Bu evi otel gibi kullanır. Hiç karşılaşmadın mı? “
“ Bu evde hayalet mi yaşıyor? Söylesene be tilki. Bu evde bir dakika durmam. Hemen taşınıyorum. Eşyalarımı sonra aldırırım. “
Aslanın uzaklaştığını gören tilki aslanın önüne çıkmış. Tilkinin, birikmiş kiraları ödemezsen hayalet peşinden gelir, demesi üzerine aslan cebinden para tomarını çıkarıp bütün kira borcunu ödemiş. Aslanın koşarak uzaklaştığını gören tilki: “ Koca balaban. Madem bu kadar paran vardı, aylardır kirayı neden vermedin? “ diye bağırmış.
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
TİLKİ GÖRÜNÜMLÜ ÇAKAL
Çakallar, tilkilere benzerler. Bir çakal varmış ki, tıpkısının aynısı tilki. Çakal bunun farkındaymış ve gençliğinden beri tilkilerin yanındaymış. Böylece aradan birkaç yıl geçmiş.
Bir gün bu çakal, bir tilki arkadaşıyla konuşuyormuş. Söz dönmüş dolaşmış çakal – tilki benzerliğine gelmiş. Çakal, tilkiler benim tilki değil de çakal olduğumu fark etmiyorlar mı acaba, diyerek merak eder dururmuş. Çakal tilkiye şöyle bir soru sormuş: “ Söyle bakalım tilki kardeş. Ben tilki miyim yoksa çakal mıyım? “
Bunun üzerine tilki: “ Tabi ki çakalsın. Hem de yüzde yüz çakalsın. “
Tilkinin bu derece kendinden emin cevabı karşısında çakal bir an bocalamış ama kendini çabucak toparlamış: “ Vay canına! Demek biliyordun. Peki, ne zamandan beri? “
Tilki: “ Sen ilk aramıza geldiğin günden beri bunu biliyordum ve bütün tilkiler bunun farkındaydı. “
Çakal: “ Bütün tilkiler mi? Ama bana hiç hissettirmediniz. Ben bu durumu nasıl da anlayamadım. “
Tilki: “ Çakal olduğun için anlayamadın. Tilki olsaydın bunu anında fark ederdin. “

---------------------------------------------------------------

ÇINGIRAKLI YILAN
Evvel zaman içinde, çıngıraklı yılanın biri kendine yuva ararmış. Çıngıraklı yılan gezmiş, dolaşmış. Sonunda bir köyün yakınındaki taşlı tarladaki ağacın altında bir delik bulup, burayı yuvası olarak kabullenmiş. Taşlı tarlaya girmek şanssızlığında bulunan yutabileceği büyüklükteki fare, sincap, tavşan gibi hayvanları kuyruğunun ucunda bulunan çıngırağını şıngırdatarak büyüler ve üstüne çekermiş. Sonra da avını yakalayıp yutarmış. Bu durum aylarca sürmüş.

Bir gün bu taşlı tarlaya bir köylü gelmiş. Köylü, tarlayı çok beğenmiş ve taşları toplamaya başlamış. Burayı ekip biçerek bol ürün almayı umut ediyormuş. Köylünün gelmesi çıngıraklı yılanı heyecanlandırmış. Ne yapacağına bir türlü karar verememiş. Tutsa adamı soksa yutamayacak. Sokmasa başına bela olacak. Kaçıp gitmek bir türlü aklına gelmemiş. Farenin, sincabın arkasını arayan olmuyormuş ama insanlar öyle değilmiş. Bir insanı yılan soksa, timsah, aslan, kaplan öldürse insanlar iz sürer, er geç intikamını alırlarmış.
Köylü yuvanın dibine kadar sokulmuş. Yılanla bir an göz göze gelmişler. Köylü sopasını kaldırmış, yılanın kafasına vuracak, yılan yuvadan fırlayıp, köylüyü ayağından ısırmış. Köylü, yandım anam, diye feryat ederek oradan uzaklaşmış. Yılan daha sonra yuvasının etrafında caka yürüyüşüne başlamış. Çıngırağını sinirli bir şekilde şıngırdatıyor ve var mı bana yan bakan deyip tur atıyormuş.

Aradan bir saat geçmiş geçmemiş karşıdan ellerinde taşlarla, sopalarla köylülerin geldiğini gören yılanın çıngırağı başına bela olmuş. Çıngırağını bir türlü durduramıyor ve korkudan hareket edemiyormuş. Kaçıp gidememiş. Daha önce fareyi, sincabı, tavşanı büyüleyen çıngırağı bu kez kendini büyülemiş. Köylüler, çıngıraklı yılanı elleriyle koymuş gibi bularak taşlı tarladaki saltanatına son verip, arkadaşlarının intikamını almışlar.

----------------------------------------------------------------

KURNAZ TİLKİ İLE BEŞ KARDEŞLER
Evvel zaman içinde, ülkenin birinde, büyük bir orman varmış. Bu ormanda pek çok canlı yaşarmış. Bir gün bu ormana beş kardeşler gelmiş. Beş kardeş adam, her gün gelerek bir sürü ağacı kesmişler. Kestikleri ağaçları arabalarına yükleyip götürmüşler. Zamanla ormanın sınırları daralmaya, boyutları küçülmeye başlamış. Bazı orman hayvanları yuvalarını kaybetmişler ve ormanın içlerine çekilmişler. Orada başka hayvanların yuvalarına girmeye çalışınca kavga çıkmış.
Kurt ricacı olmak için gitmiş ama beş kardeşler tarafından sopayla kovalanmış. Daha sonra aslan kükreyerek üstlerine yürümüş ama beş kardeşler aslanı kurşun yağmuruna tutmuşlar.
Orman hayvanları çaresiz, kara kara düşünürken, sincap bir öneri sunmuş ve şöyle demiş: “ Kurnaz tilkiden yardım isteyelim. O, beş kardeşlerin hakkından gelir. “
Orman hayvanları tilkinin yanına gidip yardım istemişler. Bunun üzerine tilki: “ Bana ne zaman geleceksiniz diye merak ediyordum. Bu işin formülü çok basit. Hemen hallederim. “ demiş ve bir kâğıda bir şeyler yazmış, kâğıdı katlamış ve kâğıdın beş kardeşlere ulaştırılmasını istemiş. Bir maymun kâğıdı beş kardeşlere vermiş. Beş kardeşler, kâğıttaki notu okuyunca beyninden vurulmuşa dönmüş. Baltalarını alarak gitmişler ve bir daha onları ormanda gören olmamış.
Orman hayvanları kâğıtta ne yazıyordu da beş kardeşler bu kadar korktular, diye düşünerek, maymuna bu soruyu sormuşlar. Maymunun cevabı şöyle olmuş: “ Kâğıtta, şunlar yazıyordu. Ormanda kestiğiniz her ağaca karşılık birinizin evini yakarım. İmza Tilki. “

-----------------------------------------------------------

SÜPÜRGECİ KELOĞLAN
Bir varmış, bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Dağda, bayırda avare gezermiş. Keloğlan bir zaman azmetmiş, süpürge yapmasını öğrenmiş. Günlerce uğraşmış, on tane süpürge yapmış ve bunları satmak için, kasabanın yolunu tutmuş. Bütün gün pazarda durmasına karşın, hiç süpürge satamamış. Selam veren, arkadaşlık eden çokmuş ama süpürge alan yokmuş. Normalde süpürgeler on akçeye alıcı bulurken, Keloğlan'ın akşam pazarı diye fiyat kırıp iki akçe dediği süpürgelerden kimse almamış. Dönüş yolunda nasılsa yenilerini yaparım, bunlar üstümde ağırlık olacak deyip süpürgeleri kasaba dışına atmış.

Aradan günler geçmiş. Boş zamanlarında süpürge yapmaya devam eden Keloğlan yaptığı süpürgeler on tane olunca kasabaya gitmiş. Pazarda beklemiş, sokaklarda, haydi, süpürgeci geldi, diyerek gezmiş ama yine alıcı çıkmamış. Bir aralık bakmış evinin önünü süpüren kadının elinde yaptığı süpürgelerden varmış. Keloğlan, kadına, teyze, kolay gelsin, demiş. Kadın başını kaldırmış, bakmış Keloğlan karşısında: " Sağ ol, Keloğlan. Bak senin yaptığın süpürgelerden. Süpürgenin sapına adını kazımışsın. Çok sağlam, çok iyi süpürüyor. Süpürürken toz kaldırmıyor, tozu sanki içine hapsediyor. Geçen günlerde aldım. Adamın biri satıyordu. On akçeye aldım. "
Keloğlan on akçe sözünü duyunca şaşırmış kalmış: " Ben geçen hafta pazarda iki akçeye indirdim de alan olmadı. Giderken kasaba dışına attıydım. Demek bulan kimse tanesini on akçeye satmış. "
" Adam, Keloğlan'ın süpürgeleri diye bağırıp satıyordu. Komşular aldılar. Alamayanlar üzgün bir halde evlerine döndüler. Benim şu yan komşu Nermin Hanım o gece uyuyamamış. Ağlamış, durmuş. "
Bunun üzerine Keloğlan: " Tamam işte, Keloğlan geldi. Süpürgelerden getirdi. Bir yol Nermin Hanım'a haber veriver. Tanesi iki akçeden, alsın, kullansın. "
" Almaz Keloğan, senin yaptığın süpürgeleri başkasından on akçeye alır ama senden iki akçeye almaz. Sana para vermez. "
Keloğlan: " Neden ama? "
Nedenini şimdi anlarsın, diyen kadın, Nermin Hanım'ın kapısını çalmış. Gerçekten de Keloğlan'ın yaptığı süpürgelere herkesten fazla istekli olan Nermin Hanım, Keloğlan'ın, bunlar sudan ucuz diyerek bir akçeye indirdiği süpürgelerden almamış. Keloğlan başını önüne eğmiş. İnsanların bana olan sevgisi yalanmış, diye düşünmüş. Ama yenilgiyi kabul etmemiş. Başını yukarı kaldırmış , göğsünü şişirmiş ve bir süpürge satsam bir akçe kazansam tuz alacaktım. Evde tuz kalmadı. Çorba tuzsuz, yemekler tuzsuz, anam evde isyan ediyor. Hani Keloğlan derdi de başka bir şey demezdi bu insanlar, diyor.
" Teyzeler, bir akçeye on süpürge alın, tanesini beşe satın, ona satın. Hepsine bir akçe. Aldınız mı? "
Sanki ağız birliği etmişcesine iki kadın: " Hayır Keloğlan, almadık, sana para yok. " demişler. Keloğlan'ın gözlerinden yaşlar süzülmüş. Şimdiye kadar hiçbir Keloğlan masalında Keloğlan ağlamamıştır ama Keloğlan'ı ağlatmışlar.
Nermin Hanım: " Keloğlan ben senden süpürgeleri alırım. " deyince Keloğlan umutlanmış. " Ama bedavaya alırım. "
" Size süpürgeleri bedavaya verirsem bana da Keloğlan demesinler. " diyen Keloğlan oradan ayrılmış. Hızlı adımlarla ileri doğru yürümüş. Kasabadan iyice uzaklaşınca uçurumun kenarına gelmiş ve süpürgeleri aşağı atmış. Keloğlan'ı günlerdir takip eden köse uçurumdan aşağı inmiş. Süpürgeleri almış. Ertesi gün tanesini on akçeden satmış.
Keloğlan üzgün bir halde köyüne dönmüş. Tuz getirmedi diye anası bağırmış, çağırmış. Keloğlan oralı olmamış. Anasının ne dediğini duymamış. Süpürge yapmayı bırakmış. Sonraki günlerde akşama kadar yan gelip yatmış. Bu masal da burada bitmiş.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
 

Huseyin102

Üye
BaY
24 Ocak 2024
37
1
7
Pakistan Punjab Üniversitesi'nde Okutulan Ders Kitabında Hikayelerim Çıktı
KIRLANGIÇ İLE SERÇE
SARAYIN SÜTÇÜSÜ ( AYŞECİK İLE YASEMİN SULTAN )
GÜLHANE PARKI ( BÜCÜR ZÜRAFA )
GEZGİN ŞEHMUZ ( GEZGİN ŞEHMUZ İLE FAKİR PADİŞAH )
GÜZEL BİR YAZ GÜNÜ ( ANNE GÜVERCİN )

Yazdığım bu hikayeler Pakistan'ın Lahore şehrinde bulunan Punjab Üniversitesi'nden öğretim görevlisi Dr.Abdul Majid Nadeem tarafından hazırlanan TÜRKÇE DİLBİLGİSİ kitabının TÜRKÇE METİNLER bölümünde çıktı. Hikayeler 106 - 115 sayfaları arasındadır. Hikayelerin altında adım yazmaktadır.

Kitabın yazarı: Abdul Majid Nadeem
University of the Punjab, Lahore, Pakistan, Arabic, Faculty Member

Linki tıklayınız. Gelen sayfanın yüklenmesi için, birkaç saniye bekleyiniz ve sayfayı yukarıya doğru kaydırınız. İyi okumalar.


--------------------------------------------------


Romanya Demokrat Türk Birliği Yayın Organı Hakses Dergisi'nde benim yazdığım Baba Koç ile Kızıl Kurt isimli masal çıkmıştır. 26-27. sayfadadır. Masalın altında adım yazmaktadır.


----------------------------------------------------


Orta Asya'da kurulu Türk-Uygur Devleti sitesinde benim yazdığım Anne Güvercin isimli hikaye çıkmıştır. Yazılar, Uygur Arapça'sıdır. Ekranı yukarı doğru kaydırırsanız işte Türkçe ve Anne Güvercin. İyi okumalar dilerim.


-------------------------------------------------------


KONUŞAN LEYLEK
Yazan: Serdar Yıldırım
Benim yazdığım bu masal peştuca diliyle yayınlandı.
Afganistan’da ve Pakistan’ın batı kesiminde yaşayan Peştunların konuştuğu dil. Hint-Avrupa dillerinin Hint-İran dilleri öbeğine bağlıdır. Kırk beş harfli bir alfabesi vardır.
Peştunlar tarafından konuşulan dil, Darice ile birlikte Afganistan'ın iki resmi dilinden biridir. 40 ila 60 milyon arasında kişi tarafından konuşulduğu düşünülen dil, Peştun kimliğinin temel "unsurlarından" biridir. Peştuca, bu dile uyarlanmış Arap alfabesiyle yazılır. Ayrıca Farsça ve Arapçadan girmiş çok sayıda kelimeye rastlanır.


Sayfayı yukarı doğru kaydırırsanız Konuşan Leylek masalına daha kolay ulaşırsınız.
 

Konuyu Görüntüleyen Kullanıcılar (Toplam:0)

Hakkımızda

  • buyukforum.com.tr Türkiye'nin Genel Forum Sitesi. Sondakika haberlerini tartışmak ve bilgi paylaşım ağımıza katılmak için lütfen üye olunuz.

Hızlı Linkler

Kullanıcı Menüsü